Dün hepimiz korktuk. Ya depremi direkt yaşadın ve korktun ya da benim gibi merkez üssünden uzakta, çökmüş telekom alt yapısı ve kısıtlı bilgi ile yakınların, arkadaşların, tanıdıkların için endişelendin. Geçmiş olsun.
Ölümle karşılaşmak, bir anlık da olsa ölebileceğini hissetmek, her şeyin birazdan biteceğini, yıkılıp yok olacağını düşünmek çok büyük bir travma. “İnsanın hayatını değiştiren, hayatına yeni bir yön veren” cinsten bir travma.
Ve sen sabah kalktın hiçbir şey olmamış gibi işe gittin.
Dün ölümle yüz yüze gelen sen, bu sabah kalktın ve hiçbir şey olmamış gibi işe gittin.
Dün depremden sonra telefonla sevdiklerinden haber almak için, korkuyla, defalarca tekrar tekrar arama yapan, aklından geçen onlarca kötü senaryoyu bir arada yaşayan sen, bugün hiçbir şey olmamış gibi işe gittin.
Dün, daha büyük bir deprem olsa biz bu evden sağ çıkamayız diye korkup sokakta, arabada, parkta sabahladın ve bugün, hiçbir şey olmamış gibi işe gittin.
Dün yeryüzü bilmem kaç metre yer değiştirdi, faylar kırıldı, yer yerinden oynadı ve sen hiçbir şey olmamış gibi işe gittin.
Ya ne yapacaktın? İşe gitmek zorundaydın, zorundaydık…
Hayat ne zaman böyle bir şey oldu?
Ne zamandır her şey artık bir seçim değil bir zorunluluk, bir mecburiyet hayatımızda?
Neden ve nasıl? Bizi nasıl ikna ettiler mesela her gün insanlığımızdan taviz vererek metrobüse binmeye, kutu gibi evlerde ölümü beklemeye? Nasıl kabul ettik mesela çocuklarımızı (tıpkı bizim gibi boktan bir hayatı olsun diye) vasat okullara göndermeyi ve bunun için milyonlar harcamayı? Tüm hayatımızı kira, kredi borcu, vergi olarak tüketmeye nasıl razı olduk?
Ev sahibi, araba sahibi olmak falan artık çok zor. Bir cep telefonu alabilmek ya da bir hafta düzgün bir tatil yapabilmek için iki ay falan çalışmak lazım artık. Uyduruk bir kahve bile bir lüks, bir statü sembolü artık. Neden?
Aylık maaşını çalışma gün sayına böl. Onu da 8 saatlik günlük mesaiye. Ne çıktı? Kaç bardak White Chocolate Mocha ediyor? Kaç adet büyük boy Whooper menü bir saatlik çalışman? Ömrümüz hakikaten böyle mi geçecek?
Ya ne yapacağız? Sistem bu, düzen bu.
Zorundayız…
Gerçekten zorunda mıyız? Yoksa içine doğduğumuz bu düzeni değişmez mi zannediyoruz?
Belki de herkes gibi olmak ve herkesin dediği gibi yaşamak daha kolaydır. Belki de alışkanlıkları sürdürmek düşünmemek, değişmemek ve hatta denememek daha konforlu bir hayat vaat ediyordur bize. Ve böyle davranmak normaldir. Olması gerekendir.
Ben size normal olmayan bir şey söyleyeyim:
Bir gün önce şerefsiz bir müteahhit, rüşvet yiyen bir memur, rantçı bir siyasi yüzünden tüm aileni ve sevdiklerini kaybedeceğini fark etmek ve ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi işe gitmek normal değil.
Bunun bize normal olduğunu sadece söyleyen değil, bizi de ikna ederek hep bir ağızdan söyleten düzeni değiştirmemiz lazım. Bu şehir, bu sistem bizi öldürmeden önce uyanmamız lazım. Uyanmamız ve ömrümüzü tükenmeden bir şey yapmamız lazım…
Ne yapmamız lazım? Bilmiyorum. Aklımda bir çözüm, yürünecek bir yol ya da hayatımızı bir tık daha iyi yapacak hiçbir cevap yok… Tek bildiğim bu normal değil ve değişmesi lazım…
Dün titredin ama hala uyanmadı isen, uyanman lazım. Hepimizi mahvettiler. Geride ne kaldıysa kurtarmamız ve her şeyi yeniden inşa etmemiz lazım.
Ya da değil. Yarın iş var…
Kalkıp gitmek lazım.
Üye yorumları