Hiç fabrika açmadan Türkiye'yi dünyanın en büyük 15. ekonomisi yapabilir miyiz?
Ben Burak Su. (Sadettin Teksoy tonlaması ile okunacak.) "Sadece 5 yılda tek başına ülkenin GSMH'ını %10 arttırabilecek bir fikrim var!" Tartışmaya hazır mısınız?
Bugün çok iddialı bir yazı ile karşınızdayım. Bugün birlikte fabrikaya yeni bir işçi almadan, ARGE yapmadan, işgücü niteliğini arttırmadan, yeni bir fabrika, üretim parkuru ya da makine almadan ülke ekonomisini dünyanın en büyük 15. ekonomisi yapabilir miyiz sorusunun cevabını arayacağız. Sorunun cevabını vermek için bir veri çerçevesi çizmeme izin verin. Çok detaylı ya da karmaşık veriler değil. Derdimi anlatacak kadar derinleştireceğim konuyu merak etmeyin.
Türkiye'nin nüfusu 2022 sonu itibari ile 85,2 milyon. ABD'nin nüfusu yaklaşık olarak 335 milyon. Çin ve Hindistan 1,4 milyar, Almanya hemen altımızda 84 milyon. Alttaki tablodan 67 milyonluk İngiltere'nin, 68 milyonluk Fransa'nın da altını çizerek ülkelerin dünya ekonomisindeki payları ile devam edelim.
2023 verilerine göre Dünya Ekonomisi 105 trilyon dolar büyüklüğe erişti. Beklentilere göre Türkiye 1 trilyon doları geçecek ilk kez. ABD'nin 26,9 trilyon dolar ile dünya ekonomisinin çeyreğini tek başına oluşturuyor. Hemen arkasında 19,4 trilyon dolar ile Çin var. Birbirine çok yakın nüfusa sahip olmasına rağmen Hindistan ekonomisi sadece 3,7 trilyon dolar. Almanya'nın 4,3 trilyon dolar, İngiltere'nin 3,2 trilyon, Fransa'nın 2,9 trilyon olduğunu da belirtelim.
Dünya ekonomisine katkı konusunda ülkeler arasındaki bu farkın bolca sebebi var. Yüksek teknoloji, katma değerli üretim, verimlilik, sermayeye erişim imkanları, altyapı vb. onlarca farklı sebep. Tüm bu sebepler toplanıp ülkeler arasında yukarıda gördüğümüz farkı yaratıyor. Başta nüfus verilerini vermemin sebebi aslında kişi başına katkıyı hesaplamak. Çok basit bir mantık kuruyorum bu hesaplamada. Ülkelerin nüfuslarının dünya nüfusuna oranı ile ekonomik büyüklüklerinin dünya ekonomisine oranı aynı ise, bir ülkenin nerede ise hiç katma değer yaratmadığını söyleyebiliriz. Eğer üretim oranı nüfus oranından fazlaysa yüksek katma değer, azsa düşük katma değer yarattığımızı iddia edebiliriz. Hatta yukarıdaki iki oranı birbirine bölerek ülkelerin yarattığı katma değer çarpanını da bulabiliriz. Hemen örnek geliyor.
Amerika'nın nüfusu kabaca dünya nüfusunun yüzde dördü. (335 milyon / 8.080 milyon = 0,041) Dünya ekonomisinin ise %25,6'sı. (26,9 trilyon/ 105 trilyon = 0,256) Bu iki oranı birbirine oranlarsak 6.2 çarpanını buluyoruz. Bu şu demek 1 Amerikalının ekonomiye katkısı ortalamanın 6,2 katı.
Hemen Çin'e bakalım. 1,4 milyar nüfus ile 19,4 trilyon dolar değer yaratıyorlar. Dünya nüfusunun %17'si Çinli. Dünya ekonomisinin de %18'ini oluşturuyorlar. Çin'in yarattı değer dünya ortalamasına çok yakın. Neredeyse 1'e 1.
Hindistan'ın durumu çok vahim. Çin'le aynı nüfusa sahipler ancak dünya ekonomisindeki payları sadece %3,5. Oranladığımızda görüyoruz ki 4.8 Hintli, 1 birim katkı yaratıyor dünya ekonomisine. Rezalet! Katma değer yaratamamanın dibi. Diğer ülkeleri siz de hesaplayabilirsiniz.
Türkiye'ye baktığımızda nüfusumuz dünya nüfusunun %1'i. Dünya ekonomisine katkımız da %0,95 civarında. Katkımızı yuvarlayarak %1 desek, dünyaya faydamız ortalama. Hintlilerden iyi, Çinlilerle aynı. Hemen hemen aynı nüfusa sahip Almanya 4,3 trilyon ile bizim 4 katımız değer yaratıyor. Bu ortalama durumun bir açıklaması olmalı.
Ara ara yazılarımda vasatlıktan bahsediyorum. Ne uzuyor ne kısalıyor ülke. Her alanda, her başlıkta, her konuda vasatız. Üretim, verimlilik, ekonomi gibi konularda da gördüğünüz gibi dünya ortalamasındayız. Hem de en azından 30 yıldır.
Aşağıdaki alıntı Doğruluk Payı' sitesinden.
"Yıllara göre veriler incelendiğinde, 1980’den bu yana Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payı ilk olarak 1990 yılında %1’in üzerine çıktı. Ardından 2005 yılında Türkiye dünya ülkeleri arasında yerini %1’in üstüne çıkardı ve bu oran 2018 yılına kadar %1’in üzerinde devam etti. 40 yıl içinde Türkiye milli gelirinin en yüksek payı %1,24 ile 2013 ve %1,21 ile 2008 yıllarıydı. Bunların yanında Türkiye’nin en düşük oranı %0,60 ile 2001 ve %0,64 ile 1994.
Bugün geldiğimiz yer 1990 ile aynı: %1. Arada yukarı gittiğimiz yılları son 4-5 yılda tüketmiş ve başladığımız yere dönmüşüz. Çok üzücü.
Hikayenin diğer yanında da şu an devam eden içinde bulunduğumuz kriz var. 2023'te yükselerek tekrar %1 katkıya gelmemiz rasyonel gelmeyebilir. Haklısınız hissiyatınızda ancak ekonomik büyüklük hesaplarında bir de ihracat var. 2018'den itibaren ekonomik kriz, kur sabitleme gibi sebepler ile dünya büyürken yerimizde sayıyoruz. Son 2 yılda tekrar toparlıyor. Aşağıda sizinle yıllara göre ihracat verilerini paylaşmak isterim. TİM'in 2023 yılında beklentisinin 265 milyar dolar olduğunu da belirteyim.
Almanya'nın bizim 4 katımız, Amerika'nın bizim 6 katımız daha fazla katma değer ürettiği senaryoda bizim de çarpanımızı arttırmamız için yapmamız gereken bir sürü şey var. Ara mamullerin değil katma değerli ürünlerin üretilmesi, kaynakların verimli kullanılması, enerji maliyetlerinin düşürülmesi, altyapı ve lojistik konusundaki iyileştirmeler, AR-GE yatırımları gibi gibi onlarca şey. (Yazının konusundan kopmamak adına konuyu daha fazla genişletmek istemiyorum. Merak edenler toplam faktör verimliliği ile ilgili de ek okuma yapabilir, grafiklere bakabilir.)
Yukarıda saydığım maddeleri gerçekleştirmek için bolca yatırım yapmak gerekli. Hem de sermaye kısıtlı bir ülkede yatırım. Başlıktaki "yeni fabrikalar" bu yatırımlardan birisi. Yeni teknolojiler ile donatılmış fabrikalar ile verimliliği, ayrıca istihdama katılımı arttırmak mümkün. Kısa süreli değil uzun süreli ve büyük yatırımlar ile yıllar içerisinde dünya ekonomisindeki payımız artabilir. Ama benim, çok daha az kaynak ile katma değer yaratacak bir fikrim var. Bir koyup iki aldığımız değil bir koyup 5-10 kat değer yarattığımız bir fikir.
Başlıktaki iddiayı tekrar hatırlatmama izin verin:
"Hiç fabrika açmadan Türkiye'yi dünyanın en büyük 15. ekonomisi yapabilir miyiz?"
Cevabım tahmin ettiğiniz üzere koca bir "Evet!"
Nasıl mı?
Basit, "pazarlama yaparak!"
Biz, bir ürün için talep yaratmak, rakiplerinden ayırmak, daha yüksek bir bedelle satmak için pazarlama yaparız. Doğru pazarlama stratejisi, bu stratejiye bağlı markalaşma ile aynı ürünü daha pahalıya satma imkânı bulabilir, dünya ekonomisindeki payımızı, yarattığımız katma değeri arttırabiliriz. (Devam okuması olarak: Sürekli indirim kampanyası yapmak isteyen pazarlama müdürünü neden kovmalısınız? )
Klişe bir örnektir, fason üretim ve marka konusu. Avrupalı, Amerikalı gelir, Türkiye'de ucuza, kaliteli üretim yaptırır ve ürünü markasız ithal eder. Üstüne etiket basar ve 2 katı fiyata bize geri satar. Sıfır fabrika yatırımı, sıfır AR-GE. Nasıl? Yıllar içerisinde oluşturulmuş güçlü bir marka ve bu markayı hem var eden hem de katma değerli şekilde sattıracak pazarlama ile.
ABD ekonomisinin yarattığı katma değerin yüzde kaçı pazarlamaya, markalaşmaya dayanıyordur acaba. Fikir vermesi için iPhone üretim maliyetlerini buraya bırakayım. Habere göre iPhone 15 Pro Max'in maliyeti $558 iken satış fiyatı $1.199. Üretim maliyeti, vergi öncesi satış fiyatının %47'sini oluşturuyor. ARGE başta olmak üzere, reklam ve tanıtım maliyetleri, şubeler ve genel merkez harcamaları, lojistikten tutun da iadeye başka bir sürü maliyet de üretim maliyetine eklenerek satış fiyatı içinde yer kaplıyor. Benim iddiam Apple'ın marka gücünün kendisi ile aynı kalitede, aynı özelliklerde, aynı maliyetlerle üretim yapan rakiplerinden daha pahalıya ve daha çok ürün satmaya imkân tanıması. Varsayımsal olarak aynı ürünü piyasa sürseler bile insanların Apple almak için daha fazla ödemeye razı olması. Bu kadar açık örnekler varken bile pazarlamanın ve markalaşmanın ekonomik getirisi ve veriminin farkında olmadığımızı düşünüyorum.
Dünya ekonomisinin ilk 15'ine girmek için 1,5 trilyon doları geçmek gerekli. Veri kaynağına göre (IMF, TUIK, Dünya Bankası) değişmek ile birlikte %30 ila %50 arasında bir ek değer yaratarak başarabileceğimiz bir hedef. Ben bu hedefin yarısını sadece markalaşma ve pazarlama ile yaratabileceğimize inanıyorum.
Türkiye hikayesinin ve markasının yeniden konumlandırılması
Özellikle fason ya da B2B üretim yapan işletmeler başta olmak üzere üretim yapan tüm işletmelerin markalaşmasını sağlamak bu doğrultuda rekabetçi bir piyasa düzeni oluşturmak
Bu iki maddeyi destekleyecek pazarlama faaliyetlerini planlamak, desteklemek ve gerçekleştirmek.
Yukarıda yazdıklarım bugünden yarına olacak şeyler değil. Her yatırım gibi, pazarlama yatırımlarının sonuç vermesi de zaman alıyor. Bu süre zarfında ekonomik olarak üretime, nitelikli iş gücüne, AR-GE'ye, altyapıya yapılacak her adım dünya ekonomisine katkımızı arttıracaklar. Yeni fabrikalar açmak, daha çok istihdam gibi yatırımların büyümeye etkisi aşikâr ancak çarpan etkisi çok yüksek olmayacak. Bizi büyütecek yatırımlar fakat etkileri ayrılan kaynakla doğru orantılı olacak.
Pazarlama yatırımlarının çarpan etkisi ise doğrusal değil logaritmik bir etki yaratacak. Ülkenin itibarının artması, markalarımızın güçlenmesi ve bilinirliğinin artması birikimsel bir değer yaratacak ve üretim kaynaklı büyüme devam ederken çarpan etkisi ile daha fazla değer yaratmamıza imkân yaratacak. Böyle bir çarpan etkisi ile ortalamanın üzerinde büyümemiz, ülke için daha fazla refah yaratmamız mümkün.
Doğru pazarlama stratejileri, markalaşma yatırımları ile %1'lik nüfusumuz ile yarattığımız %1'lik katkıyı katlayarak büyütmek mümkün. En azından teoride.
Pratikte ise karşımızda başka bir gerçeklik var. Türkiye’den neden bir dünya markası çıkmıyor? yazısının ikinci bölümü neden pratikte başarısız olacağımızı anlatıyor. Mutlaka okumanızı önerdiğim bir yazı ve neden başarısız olacağımızı da anlatıyor.
Teorik bu durumu uygulama ile desteklesek refahın arttığı başka bir Türkiye'de yaşamak mümkün olabilir. Gazete manşeti gibi bir iddia daha bırakayım ve yazıyı sonlandırayım.
"Ben Burak Su. Sadece 5 yılda doğru pazarlama ve marka yatırımları yaparak tüm diğer yatırımların etkisi düştükten sonra ülkenin GSMH'ını %10 arttırabilirim."
Her şeyi devletten beklemeyen, kendi işini yapan, kendi markası olan özgür ruhlar için de çıkarılacak bir ders var bu yazıdan:
"Pazarlamaya kaynak ayırın ve marka yatırımı yapın."
Fabrikaya yeni bir kişi işe almadan, yeni üretim tesisi açmadan ciro arttırmanızın, büyümenizin tek yolu pazarlama. Bu sebeple, yıl sonu yazısındaki 2024 dileğim ile bitireyim.
"Pazarlama dolu yıllar!"
"Dünya ekonomisinin ilk 15'ine girmek için 1,5 milyar doları geçmek gerekli." cümlesindeki milyar, trilyon olacak herhalde.
Emeğinize sağlık, düşündürücü bir yazı olmuş yalnız GSYH üzerinden bir hesaplama yapmak bazen yanıltıcı olabilir. GSHY kavramı 20. yyın ortalarında dekolonizasyon döneminde yaygınlık kazandıve Zachary Karabell'in deyimiyle ’1950’li ve 1960’lı yıllarda kurulan bir devletseniz, devlet olarak algılanmak için yapmanız gereken sadece üç şey vardı; ulusal bir havayolu şirketi ile ulusal bir ordu kurmak ve GSYH’nızı hesaplamak’’ amacıyla kullanıldı.
Aslında GSYH, hiçbir zaman bir ülkenin yaşam standartlarını veya refahını ölçme iddiasında olmadı. Konu hakkındaki, ‘’GDP, A Brief But Affectionate History’’ adlı son derece bilgilendirici kitabın yazarı ekonomist Diane Coyle, ‘’GSYH sadece ekonomiyi ölçer’’ diyor ve ekliyor, ‘’Ona bu varoluş maksadı dışında birşey yaptırmamalıyız’’.
Çünkü bir toplum için kötü olan bazı şeyler de, Gayri Safi Hasılayı büyütebilir. Örneğin kasırga veya deprem. Çünkü, enkazı kaldırmak, hasarları tamir etmek önemli bir maliyet harcaması yani mal ve hizmet üretimi demek. Yine bir tanker kazası ile binlerce ton yakıtın denize akması da, Irak Savaşı da, Amazon ormanlarını kesmek de GSYH’yı artırır. Buna karşın, gönüllü çalışmalar, yardımlar, kendiniz yaptığınız tamirler, kişisel bahçe bostan yapmanız gibi sayısız faydalı hizmet ve ürün ise GSYH’da yer almaz. Teknolojik gelişmelerin çoğu, henüz nasıl ölçülebileceği ile ilgili bir standart olmadığı için GSYH’da yer almaz.
En büyük muamma ise finansal sektördür. Çünkü gerçek hiçbir şey üretilmeden parada meydana gelen bir artış söz konusudur. Bir çok ülkenin GSYH’sını çölde serap gibi büyüten şey finansal varlıkların hesaplanma yönteminden kaynaklanır. Örneğin borç para alışı ve verişinin her ikisi de ekonomik aktivite kabul edilir ve ikisi birden hesaba dahil edilir.
Bugün bile GSYH hesaplanırken nelerin ‘ekonomi’ye dahil edilip edilmeyeceğinin evrensel bir standardı yok. Örneğin kayıt dışı ekonomi dahil edilmeli mi? Eğer dahil edilirse emin olun Türkiye 1-2 basamak atlar.