Huşu, gözyaşı ve yetersizliklerim
Huşu hissi nesli tükenen bir canlı türü gibi. Nadiren karşıma çıkıyor, çıkınca da kendimi sorgulatıyor. Teşekkürler Şef Attila Heilbronn!
Ayhan Sicimoğlu’nun Urla Narimor videosunu izledim Cumartesi günü, kahvaltı sonrası, Aysel ile birlikte. Videonun sonuna doğru uzun zamandır hissetmediğim bir huşu* hissi bedenimi sessizce sardı ve gözlerim yaşardı. Aysel’e dikkatlice bakınca onun da benden farklı hissetmediğini gördüm. Belki biraz fazla sulu gözlüyüz hanımla, belki de biraz fazla romantiğiz. Bilmiyorum. Belki de ikisi birden.
Huşu pek kullanılmayan bir kelime artık. Pek kalmadığından olabilir. :) Saygı ve hayranlık karışımı bir duyguyu anlatmak için kullanılıyor. Hem korku hem hayranlık hem de derin saygıyı içeren bu duygu, genellikle insanın kendisinden çok daha büyük bir şey karşısındaki küçüklüğünü hissettiği anlarda ortaya saçılır. Urla Narimor videosunda da tam olarak böyle oldu. Videonun sonunda “laps” diye ortalara saçıldı.
Urla Narimor, çok başarılı bir konsept, harika bir hikâye anlatımı, çok iyi planlanmış bir sunum ve hak edilmiş Michelin yıldızının kesişimi. Restoran deneyimini, Ayhan Sicimoğlu’nun “hastasıyız”larını, şefin geçmişini ve işin pazarlamasını bir kenara bırakıyorum. Bu yazı beni en çok etkileyen ve huşu duymamı sağlayan şey için.
Şef Atilla Heilbronn‘un işine olan tutkusu. İki dakikada tüketilecek bir yemeği var eden, malzeme seçimindeki titizlikten, uygulamadaki mükemmelliğe her şeyin kusursuz olması için verilen çabayı ancak takıntılı bir tutku ile açıklayabiliyorum.
Şefin videonun sonundaki oraletli marşmelovu yiyen Sicimoğlu’nun “Nereden aklına geldi?” sorusuna verdiği yanıt konunun özeti: “İşimiz.”
Tüm sunumlar bittiğinde Atilla Şefin yüzünde işini iyi yapmanın verdiği mutluluğu görüyorsunuz. Heyecanını, birazcık elinin ayağının dolaşmasını, performansının sonunda aldığı haklı tebrikleri kabul edişindeki naifliği hala gözümün önünde.
Ne zamandır işine bu kadar aşık, işini bu kadar severek yapan kimse ile karşılaşmamıştım. Huşu duymam bu yüzden. İzlediğim öyle bir tutku ki beni, hem de işini çok severek yapan beni, kendimi sorgulamak zorunda bıraktı. Bu tutku karşısında küçüldüğümü hissettim.
“İşimi ne kadar iyi yapıyorum?” diye sordum kendime. Verdiğim cevap daha çok canımı sıktı. “Yazmak belki” dedim. “Yazmak en büyük tutkum olabilir?” Çaresiz hissettim. “Daha çok çalışmalıyım” dedim kendi kendime. “İşimi daha iyi yapmalıyım.”
Yalan yok. Huşu kısmı geçip, gözyaşları silinince kendimi azıcık eksik, yetersiz hissettim. Ama biraz düşününce, toparlandım. Atilla Şeften bugün biraz ilham aldım, “yazma yolculuğuna devam” dedim.
Size de belki ilham olur diyerek bu yazıyı yazdım.
Yazı işe yaramazsa ya da “neymiş bu video?” diye merak etti iseniz asıl ilham kaynağı hemen aşağıda.
İyi seyirler.
İlham aldı, teşekkürler.