İsimlere olan takıntımız
Sanırım modern dünyada da büyülere inanmaya gizli gizli devam ediyoruz.
Geçen haftalarda okuduğum bir yazı insan isimleri üzerineydi. Topluluk ve kabilelerde çocuğa isim verilmesinin büyülü bir gücü olduğundan bahsediyordu. Özcülük bize yabancı bir hikâye değil. Türk geleneklerinde çocuğa bir kahramanlık göstermeden isim verilmemesi iyi bir örnek. Ya da Kızılderililerin, “oturan boğa, keskin balta” gibi isimler vermesi öz ile niteliğin tutarlılığı için harika bir örnek.
Bu isim-nitelik uyumunun kişinin hayatını etkilediği düşünülüyormuş. Özü ile uyumlu bir isme sahip olmak kıymetliymiş. Bugün büyüye inanmıyoruz diyebilirsiniz ama çocuklarımıza dede ya da anneanne, babaanne adlarını göbek adı olarak vermeye devam etmemiz onların özlerinin devamlılığı ile ilgili değil mi? Songül, Yeter, Dursun, İmdat isimleri doğum kontrolüne ya da erkek çocuk hasretine yönelik içten içe yaptığımız bir büyü değil mi? Adı geçmişken “Hasret” ismi de boşa değil.
En çok şaşırdığım şeylerden birisi “Satılmış, Satıldı” gibi isimlerin sebebini öğrenmem oldu. İlk çocuklarını hastalık sebebi ile kaybeden aileler, üzerlerindeki talihsizliği, çocuğun başka aileye verildiği, satıldığı anlamı çıkan bir isim koyarak yenmeye çalışıyorlarmış.
Bu okuma sonrası bende çağrışan şey ise şirket, marka, proje isimlendirmesine olan takıntımız oldu. Bir fikrin mi var? Hemen isim bulman ve alan adını satın alman lazım. :) Sanırım işe girişmek noktasında bizde farkında olmadan büyü ile evreni etkilemeye çalışıyoruz.
Kaleminize sağlık sayın hocam. Bu arada tam sizin alanınıza girdiği için Patiswiss olayı hakkında bir yazı gelir mi?