Nasıl yapıyorum? Yapmaya Çalışıyorum? Ve Bazen Yapamıyorum.
Bir şeyler üretirken edindiğim tecrübeleri bir yazı haline getirdim. Zamanla değişir. Bir şeyler eklenir, bir şeyler eksilir. Yapmak 1.0 hemen aşağıda!
Ara sıra, yaptığım şeyleri nasıl yaptığımı, ya da yapamadıklarımı neden yapamadığımı anlamaya çalışıyorum. Anlamaya çalışıyorum ki sistematik bir yaklaşım geliştirebileyim. Sistematik hale getireyim ki bu yaklaşımı başka şeyler de de kullanabileyim.
Bu yapma, yapamama konusu merak ettiğim bir şeyi öğrenmek, bir konuda uzmanlaşmak ya da bir şeyler üretmek için geçerli. Gitar çalmayı, davul çalmayı böyle öğrendim. Bağlamada yerimde sayıyorum çünkü aşağıda ****çıkardığım listeyi bir türlü uygulayamadım. Ama bir ara tekrar deneyeceğim.
Benim uyguladığım sistem aşağıdaki gibi. Bir kısmını kendim buldum. Bir kısmını zaten yapıyormuşum, başkası anlatınca fak ettim. Bir kısmını ise başkalarından öğrendim.
Hazırsanız başlıyorum:
Nasıl yapılır?
1. Denemekten Korkma - “İkarus'un Düşüşü Sırasında Bir Manzara”
Peiter Bruegel’e ait aşağıdaki tabloya uzun uzun bakmanızı istiyorum. Neler görüyorsunuz?
Bu tablo bir şeylere kalkışmak konusunda tereddüt ettiğimde ara ara açıp baktığım, kendimi cesaretlendirdiğim, samimi olarak ilham bulduğum bir eser. O sebeple de ilk maddede yer alıyor.
İkarus’un hikayesini duymadıysanız hikaye burada. Resmedilen hikâye ile birlikte bir de ben anlatayım.
Özgürlüğün coşkusu ile güneşe fazla yaklaşan İkarus’un balmumuyla yapıştırılmış kanatları erir ve denize düşerek boğulur. Tablo adından da anlaşılacağı üzere İkarus’un başarısızlığını ve bunun kimsenin umurunda olmadığını anlatır. İkarus resmin sağ altında boğulurken, balıkçı olta atmaya devam eder. Çoban koyunlarını otlatır. Çiftçi tarlasını sürer. Ne İkarus ne de başarısızlığı önemlidir.
Çok çaba, çok emek, çok zaman ya da çok para harcamanın sonucu ne olacak? Ya başarısız olursam bu başarısızlığı nasıl hazmedeceğim? Aileme, arkadaşlarıma, dostlarıma ve düşmanlarıma bunu nasıl açıklayacağım? Başaramamış, yapamamış ya da kazanamamış olmaktansa hiç yarışmamak daha konforlu değil mi? Ya benim arkamdan konuşurlarsa?
Bu yaştan sonra milleti kendime güldürmeye gerek yok:
“Yuh, koca akademisyen Youtube’a, TikTok’a mı düşmüş?”
Demezler mi “40 yaşından sonra dansa başlamış?”
“Bu Burak da amma maymun iştahlı. Geçen sene gitar kursuna gitti, bu sene de eve bateri almış…” mı desinler?
Bir işe başlamaya, bir konuda ilerlemeye karar vermenin en zor yanlarından birisi başarısızlık ihtimalini kabul etmek. Evet başarısız olma ihtimaliniz her zaman var. Ama inanın bu kimsenin umurunda değil. İkarus kimin ne kadar umrunda ise sen de insanların o kadar umrundasın. Kendini bu kadar önemli zannetmekten vazgeç. Çok da önemli değilsin. Yaptıkların da, yapacakların da ya da yapamadıkların da öyle.
Başarısız olabilirim diye yola çıkmaktan, denemekten, özgürce güneşe doğru uçmaktan korkma!
İkarus’un uçuşunu hatırla.
2. Planlama yap- Teoman’ın tembelliği
Bu aralar her yerde Teoman var. Ben de kendisine bolca maruz kaldım. Kaldım ama onun bir kesitine denk gelince derdimi en iyi anlatacak kişinin o olduğunu anladım. Planlama yapmanın önemini kendi bakış açısı ile anlatmış Teoman.
Günümüzde en çok övülen şeylerden birisi çok çalışmak. Video “tembelliği” övüyor gibi gözükse de daha az eforla daha fazla şeyi nasıl yapacağımızı anlatıyor: “Planlama”
Bir işe mi niyetlendin? Yeni bir şey mi öğreneceksin? Esnek, gerçekçi ve kaba bir plan yapmak harika bir fikir. Çok büyük detaylara girip zaman kaybetme. Üzerinde çok kafa yorup planı büyütüp asla erişemeyeceğin, idealize edilmiş bir hedef koyma. Beklentilerin olsun elbette. Ama erişilemeyecek hedefler tehlikeli.
İlk adımları atarken yola bak. Sürece odaklan. Her adımı tart, anla, öğren. Adımlar arka arkaya geldikçe kafanı yoldan kaldır ileriye bak. Varılacak hedefler o zaman lazım. Önce ilk adımlar.
Son olarak planlama yaparken, yapılacak işi hafife alma. Yapabileceğini bil ancak kendini de yenilmez sanma. Kaba bir plan ile başla. Zamanla kendine göre, şartlara göre planı güncelle, geliştir ve değiştir. Ama plansız başlama. Teoman aklına gelsin. Daha az eforla daha çok şey yapmanın yolu bu plan.
3. Harekete geç- Bam, bam, bam, bam
Harekete geçmeye hazırsın. Elde kaba da bir plan var. Artık harekete geçme zamanı. Tıpkı Terim Hoca’nın söylediği gibi. Bam, bam, bam, bam, oynayacağız…
İşin en zor kısmı bu adım. Bu adım engellerle, zorluklarla ve problemlerle dolu. Her birisi ile ayrı ayrı uğraşılacak, çözülecek. Daha da önemlisi vazgeçilmeyecek. Sürdürülebilirliğin beni en çok zorladığı adım genellikle bu adım. Bazen fiziksel efor da gerektiriyor. Yılmamak, inat etmek, devam etmek lazım. Oynamak lazım Fatih Hoca’nın deyimiyle. Oynamazsan kazanamazsın. Oynamazsan başaramazsın. Oynamazsan öğrenemezsin.
Sevdiğim bir lafı ekleyeyim:
“Yürüyen bir aptal oturan iki akıllıdan daha çok yol alır.”
Yürüyün!
4. Motivasyon değil disiplin- İstemediklerini yapmak
Herkesin söylediği gibi “başlamak bitirmenin yarısıdır.”
Herkesin söylemediği şey ise bence işin daha önemli kısmı:
“Başlamak bitirmemenin de yarısıdır.” :)
Mesele başlamakta değil, sürdürmekte. Tekrar tekrar her gün aynı şeyleri yapmak. Bundan bıkmamak, usanmamak. Merak ettiğin şey ne ise onunla ilgili iştahını açık tutmak. Öğreneceğin konu için her sabah heyecanla kalkmak. Gitarı eline alıp 2 şarkı çalıp bırakmamak. Her gün ama her gün o işe kendini maruz bırakmak.
Biliyorum, bunu sürekli yapmak zor. İnsanın motivasyonu zamanla azalıyor. Heyecanı tükeniyor. İlerleme giderek yavaşlıyor. Sonuç almak, beklentileri karşılamak daha da zor hale geliyor. Zaten başka uğraşmanız gereken şeyler de var. Nasıl olacak? Nasıl motivasyonu koruyacağız?
Tanımı gereği motivasyon bir hedefe ulaşmak için hissedilen harekete geçme arzusu. Bu hali ile kıymetli. Ama şunun da farkında olmak lazım, motivasyon kırılgan, hassas ve geçici. Sürekli olarak motivasyonu yüksek tutmak mümkün değil. Ara ara düşecek, ara ara çıkacak. Bazense bir daha hiç yükselmeyecek. Motivasyonunuzu kaybettiğinizde ne olacak? Vaz mı geçeceksiniz?
Tam bu noktada Acar Baltaş’a bir kulak verelim. Onun bakış açısı bence ufkumuzu açacak.
Bu anlatının farklı versiyonları da var Youtube’da. Benden tavsiye, Acar Hoca’yı görünce mutlaka izleyin. :)
Ben bu video ve farklı versiyonları izlediğimde doğru yaptığım iki şeyi fark ettim. İlki zaruret yaratma, ikincisi rahatsız olmak.
Ne yapacaksam hayatımda onu önceliklendirerek başlıyorum işe. Sürekli -meli, -malı ekleri ile lazımlarla kendimle konuşuyorum. Yazmam lazım. Bugün bir sayfa bile olsa kitap okumalıyım. Yarına kadar gitarda “la minör” akoru basmayı öğrenmem lazım.
Bu kendi kendine konuşma sonra ev halkına aktarma ile devam ediyor. “Kahvaltıyı kaçta yaparız bugün? Kahvaltıya kadar yazının girişini yazmam lazım.” “Bu akşam film izleyelim demiştik ama benim okumalarım yetişmedi. Bu akşam bitirmem lazım.”
Bu lazımlaştırma süreci benim için adım adım bir zaruret haline geliyor. Tekrar ettirebilmek ise beni giderek daha disiplinli hale getiriyor. İstediğim için değil, öyle olması gerektiği için yapmaya başlıyorum bir süre sonra. Motivasyon ile ilgili en büyük fark bu. İstediğim için değil, istemesem de yapmak zorundayım artık. Bunu yapmam gerekli ve doğrusu bu.
Yapmadığımda da rahatsızlık ve suçluluk arası bir his kaplıyor içimi. Kendime verdiğim sözü tutamamak rahatsız ediyor. Doğruyu yapamamış değil, yapmamış olmak az da olsa suçlu hissettiriyor. Bir sonraki yapılacak şeyi doğru yapmak konusunda beni ayakta tutuyor bu rahatsızlık.
Motivasyonumu kaybetmemin pek bir anlamı kalmıyor yapılacak şeyi bu hale getirince. İsteyerek değil çoğu zaman istemeyerek yapmak ilerlemeyi getiriyor. Böyle öğreniyor insan, böyle bir şeyler üretebiliyor. İstemek işin ekstrası. Olursa güzel ama olmazsa da ilerlemenin daha da önemlisi bitirmenin yolu bence bu. Başlamak yarısı ise, disiplin kalan yarısı.
5. Önce basit, kolay, uygulanabilir olan- Safa’nın Usturası
Daha önce Elealı Zeno’yu duymuş muydunuz? Meşhur Aşil paradoksu ve ok paradoksunun fikir babası. Bizi ilgilendiren konu Aşil ile kaplumbağanın yarışı. Zeno, Aşil her adım attığında kaplumbağanın da yavaş da olsa ilerleyeceğini ve Aşil’in sürekli yaklaşmasına rağmen asla kaplumbağaya yetişemeyeceğini iddia eder. Aşil A noktasında T noktasına geldiğinde kaplumbağa yeni bir T noktasında olacaktır.
Bir şeyleri yapmak, üretmek ya da öğrenmek de böyledir. Kafanızda kurduğunuz, idealize ettiğiniz hedef kaplumbağadır. Siz ilerledikçe o da ilerler. Siz yazmaya başladıkça konu genişler, daha detaylı hale gelir. Siz daha çok yazarsınız. Daha çok yazdıkça herkes anlasın der daha da detaylandırmak istersiniz. Mükemmele, ideale doğru bu yolculuk sürer gider. Kötü olan, ideal uzaklaştıkça gerçekleştirme imkânınız azalır, vaz geçme ihtimaliniz artar.
Planlama adımında ne demiştik: “çok kafa yorup planı büyütüp asla erişemeyeceğin, idealize edilmiş bir hedef koyma.” Önce en basit, en kolay yolu ile bir yap. Ortaya bir yazı çıkar. Bir şarkıyı yarım yamalak da olsa bir çal. Sonra detaylandır. Gitar solosunu sonra mükemmelleştir.
Tıpkı Emrah Safa Gürkan’ın anlattığı gibi:
Safa’nın usturası harika bir benzetme. “Önce basitini bir yap bakalım” diyor hoca. “Sonra geliştirirsin. “Onu yapacam, bunu yapacam” dersin, sonra yapamazsın.”
Peki bu işin basiti tam olarak neresi? Bunu nasıl ayırt edeceğiz. Benim herhangi bir iş ile ilgili şahsi kuralım %70’e fit olmak. İlk versiyon, en basit hali ile kafamdakinin %70’ine geldi ise benim için başarı. Biliyorum ki sonra %75 olacak. Sonra %80 ve %85. Bu adımlar kabaca %70’e geldiğim zaman ve efor harcamama sebep olacak. %85 sonrası tamamen keyfime kalmış. :)
%70 işin bencesi. Kişiye göre ya da işe göre “daha iyi bir oran” belki de yine hikayemizde gizlidir.
Yukarıdaki grafiğe bir bakalım. Grafiğe göre Aşil’in t1 zamanında kaplumbağanın başlangıç noktasına gelmesi işin basit hali ile tamamlanması. Sonrası sonsuzluğa doğru grafikte gördüğünüz gibi gidiyor. Dolayısıyla bir işe başladığınızda ya da bir şey öğrenmeye çalıştığınızda kendinize en başta koyduğunuz hedef kaplumbağanın başlangıç noktası. Bu noktaya işin yüzde ellisi mi dersiniz yetmişi mi siz bilirsiniz.
Kaplumbağanın başlangıç noktası Emrah Hoca’nın “Önce basitini bir yap bakalım” noktası. Uygulanabilir, erişilebilir, gerçekçi. Önce bunu yapalım, sonra geliştiririz anı. Buraya kadar gelmek ilk hedef. Sonrasına bakacağız.
Bonus tavsiye:
Kaplumbağalardan bahsederken Mark Twain’e atfedilen ama ona ait olmayan meşhur bir kurbağa sözünü paylaşmama izin verin: “Canlı bir kurbağa yemeniz gerekiyorsa, bunu sabah ilk iş olarak yapın ve günün geri kalanında başınıza daha kötü bir şey gelmesin.” Öncelikle kurbağa yemek zorunda olmadığımız için çok mutluyum. Şayet yememiz gerekse idi önce büyük olanı yemek fikrine de katılıyorum. :)
6. Vazgeçmemek- Sınırları bilmek, sınırları aşmak
Bir şeyler yapmayı etkileyen şeylerden birisi de işe ya da konuya hakimiyet. Ne kadar bildiğin ne kadar uzman ya da tecrübeli olduğun, üretmeni, performansını, sonucu direkt etkiliyor. “Öğrenme eğrisini” daha önce duyduysanız konuya yabancı değilsiniz. İlk kez duyuyorsanız hemen aşağıdaki grafiğe bakmak da fayda var.
Yeterlilik ve zaman grafiği aşağıdaki gibi üç basamaktan oluşuyor.
Bumpy Part ("Ben bu konuda berbatım"): Öğrenmenin başında kişi, yeteneksiz olduğunu düşünerek zorlu ve düzensiz bir ilerleme kaydediyor. Bu dönem, mücadelelerle dolu ve öğrenen kişi sık sık zorluk yaşıyor.
The Steepest Part of the Curve ("İyi oluyorum"): Burada öğrenmede bir dönüm noktası yaşanıyor. Yeterlilik hızla artıyor ve kişi kendini geliştirmeye başlıyor. Eğimin en dik olduğu yer, kişinin beceride en hızlı ilerlediği ve öğrendiğini hissettiği kısım.
The World Class Flat ("Hayatımın çoğunu buna adıyorum"): Kişi bir konuda temel yeterliliği kazandıktan sonra, daha fazla ustalaşmak için çok zaman harcıyor. Bu noktada öğrenme eğrisi düzleşiyor ve kişi, ustalık seviyesine ulaşmak için çok daha fazla çaba sarf ediyor.
Öğrenme eğrisi sadece öğrenmek ile ilgili değil. Yeni bir şey üretirken de bir şeyler yaparken de karşımıza çıkan bir limit. Profesyonel bir fotoğrafçı olmak, yazar olmak, girişimci ya da yönetici olmak benzer bir eğri ile bizi sınırlıyor. Bu sınırları fark etmek, kendine zaman tanımak, vazgeçmemek, sebat etmek bu aşamada önemli. Yukarıdaki kurumsal grafiğin daha günlük yaşama uygulanmış hali aşağıdaki gibi. “Yaptım!” demenin yolu sınırları bilmekten geçiyor.
Sebat etmek, ısrar etmek, vazgeçmemek önemli. Sınırlar var. Aşılamaz değiller. Sadece zaman alacak. Bu sınırlar ve engeller seni daha iyi yapacaklar. İşin doğası bu. Kabul et ve vazgeçme!
7. Şefkatli ol- Baba olmayı öğrenmek
Hani oyun oynarken karakteriniz yaralandığınızda ilk yardım çantası alır ya da bir iksir içer ve karakterin sağlığı %100 olur, işte “kendinize şefkatli olmak” da sizin sihirli iksiriniz.
Teoman gibi detaylı planlar yapacaksınız ve iş planladığınız gibi gitmeyecek.
Disiplinli şekilde çalışacaksınız, istediğiniz sonucu alamayacaksınız.
Deneyeceksiniz ve başarısız olacaksınız.
Çaldığınız şarkıları, çizdiğiniz resimleri, yazdığınız yazıları kimse beğenmeyecek.
Tüm bunlardan ve daha fazlasından dolayı kendinizi suçlayacaksınız.
Hatta şüphe edeceksiniz.
Hiç problem değil. Bir yudum sihirli iksirden alma zamanı. Başarısızlıklarına, yetersizliklerine, disiplinsizliklerine, kafa karışıklıklarına ve hatalarına şefkatle yaklaşmak, kendini onarmak ve devam etmek zorundasın. Bu tarz durumlarda kendimize acımasız davranmaya meyilliyiz. Kendimizi eleştirelim. Dersler çıkartalım. Ama şefkatli davranmaktan da vazgeçmeyelim.
İdealize ettiğimiz şey sadece yapacaklarımız değil, bazen kendimiz de oluyoruz. Olmak istediğimiz ben ile bugünkü ben arasında büyük fark var. Bu farkı anlamak, anlayışlı olmak lazım. Bu bir yolculuk. Kendine acımasız davranmak yolu kısaltmayacak, daha iyi yapmayacak.
Bu konu ile ilgili sevdiğim bir örnek var. Bir babanın kızına bisikleti binmeyi öğretmesi. Babanın görevi düşündüğünüz gibi kızına ne yapacağını anlatmak, direksiyonu ya da seleyi tutmak değil. Babanın görevi kız bisikletten düşünce kalkmasına yardım etmek ve tekrar bisiklete çıkmasını sağlamak. “Yapamam, düşerim” diyen kızını tekrar denemeye ikna etmek. Ve tahmin ettiğiniz gibi bunu bağıra çağıra, “gerizekalı, böyle mi pedal çevirilir” diyerek değil, şefkatle yapmak. Dizindeki yarayı öperek onarmak, sarılıp “hadi bakalım, bir daha” demek babanın görevi.
Sizin de yapmak için öğreneceğiniz şeylerden birisi kendinizin babası olmayı öğrenmek. Hataya, başarısızlığa ve her türlü düşüşe karşı şefkatli bir baba olmayı öğrenmek.
Bir önceki madde Vazgeçmemek idi. Bunun yolu şefkatli olmak. Kalkmak ve yeniden denemek.
8. Sonuç sürecin birikimidir- Bardağı taşıran damla
Öncelikle belirtmem gereken şey sonucun önemli ve kıymetli olduğu. Sonuç odaklı olmak bence harika bir özellik. Sonuca odaklanmanın hayatıma getirdiği bir sürü fayda var. Yukarıda motivasyonda da biraz bahsetmiştik. Hedeflere ulaşmak için çıkılan bir yoldayız. Sonuç ister istemez, işin doğası gereği önemli. Bunu red edecek değilim. Ama yıllar sonra fark ediyorum ki yola ve yolculuğa biraz haksızlık etmiş, önemini biraz küçümsemişim.
Öğrenmek, üretmek ya da yapmak gibi eylemlerin hepsi yapısal olarak bir birikim. Her gün tekrar tekrar atılan adımların sonucu gerçekleşiyorlar. Yolda olmak, her gün ısrarla az ya da çok ilerlemek bizi bir yere götürüyor. Yolculuk ne kadar zor ise, ne kadar keyifsiz ise ya da ne kadar yorucu ise o kadar kolay vazgeçiyor insan. Ne disiplin ne de motivasyon bu durumu yenmek için yeterli değil. Hele ki sonuç kısa vadeli değil de orta ya da uzun vadeli ise.
Fotoğraf çekmekten keyif almıyorsanız fotoğrafçı, gitar çalmaktan mutlu olmuyorsanız müzisyen, yazmaktan hoşlanmıyorsanız yazar olamazsınız. Tüm bu mesleki ünvanlar (sonuçlar) binlerce fotoğraf karesinin, binlerce saat gitar provasının ya da on binlerce satır yazmanın birikimli sonuçları. Her fotoğrafta, her notada ya da her kelimede yavaş yavaş daha iyi olduğun bir yolculuğun sonuçları. Uzun vadeli hedeflere varmanın yolu süreçte mutlu olmak, akışta kaybolmak. Akışta kaybolmadığınız bir şeyi sürdürmeniz gerçekten çok zor.
İstisna var mı? Elbette. Zorunda olduklarınız. Aç kalmamak için tercihiniz olmayan bir işte ömür tüketmek zorunda kalabilirsiniz. Her gün aynı şeyleri tekrar tekrar yapmak, hele ki çok da hoşunuza gitmeyen bir şeyse mecburiyet harici sürdürülebilir değil.
İş konusunda çok şanslı olmayabilirsiniz ancak hobileriniz, ilgi alanlarınız ve merak ettikleriniz konusunda içinizde taşıdığınız tutku fark yaratmanıza sebep olabilir. Sonuca değil, sürece odaklanmak özellikle bu tarz durumlarda bence daha da önem kazanıyor. Sonuçlar doğru adımların, rutin tekrarların ve vazgeçmeden yürümenin birikimidir.
Bardağı taşıran damla, tüm diğer damlaların birikimini sonuca kavuşturur.
Her damla, her adım önemlidir.
Sürece odaklanmak > sonuca odaklanmak.
9. Başkalarını kullanmak- Anlat, dinle; paylaş, mecbur kal
Evrimsel olarak sosyal yaratıklarız. Bu sosyalliğin içinde onaylanmak, takdir edilmek, anlaşılmak, sevilmek gibi bir sürü ihtiyaç bizi etkiliyor. Davranışlarımız sadece bireysel güdülerle değil, bu sosyalliğin etkisi ile şekilleniyor. Başarmak, üretmek, öğrenmek, yazmak sadece kendimiz için değil başkaları için de yaptığımız şeyler. Yaptığımız şeyler ile genelde farkında olmasak da içten içe onaylanmak, takdir görmek istiyoruz. Yaptıklarımızın bir etkisi olması, bir şeyleri değiştirmesi, birilerine faydalı olması önemli. Bu yüzden başkaları ne olursa olsun etkili bir araç.
Tıpkı yukarıda bahsettiğim “işin basitçe gerçekleşme oranı” gibi bir orana sahibim kafamda. Özellikle de yazarken. %80 kendim için yazıyorum. %20 başkaları için. %80 kendimi ifade ediyorum, kendimi anlamak, yeni fikirler üretmek için yazıyı kullanıyorum. %20 başkalarına faydalı olmak için. Yazarak öğreniyorum ve değişiyorum. Ve elbette ufak bir etki de yaratıyorum okuyucu üzerinde. Bu küçük etkiyi, okuyucunun beğenisini, yolculuğun beni götürdüğü yeri seviyorum. Buradan aldığım onay ve takdir yazmayı sürdürmek konusunda ara ara motivasyon bulmak konusunda yardımcı oluyor.
Başkalarının bir diğer önemli katkısı kesinlikle “geri bildirim.” Doğru seçilmiş başkalarını bulmak, onlarla yaptıklarınız hakkında konuşmak, ürünler, performansınız ya da yolculuğunuz hakkında görüş almak çok kıymetli. İnsan kendini eleştirmekte fazla beceriksiz. Kendini hep haklı sanıyor. Başkalarının ne dediği her zaman önemli değil elbette. Ama doğru kişilere kulak vermek, geri bildirim almak, bunu değerlendirmek ve yeniden üretmek ilerlemeye katkı sağlayan eylemlerden birisi.
Sizinle birlikte aynı yolda yürüyen 4-5 kişilik bir “başkalar grubu” ayrıca bir teknik olarak kullanılabilinir. Bu küçük grup hem karşılaştığınız güçlüklerde yardımcı olabilir hem de grup dinamikleri özellikle de gruba ait olma kaynaklı adanmışlık sizi üretmeye mecbur bırakabilir.
Hemen basit bir örnek. Gitar öğrenmek için tek başına çalışmak ya da her hafta düzenli bir saat arkadaşlarla stüdyoya gitmek. Her hafta bir araya geldiğiniz, zamanını aldığınız arkadaşlarınızın olması stüdyo öncesi gitar çalışmak konusunda sizi zorlayacaktır. Herkesin çalışıp geldiği provaya çalışmadan gelip mahcup olmak istemezsiniz. Yukarıda bahsettiğim kendini mecbur bırakmaya başka bir örnek.
Son olarak yapacağın işi, öğrenmeye niyetlendiğin ya da üreteceğin şeyi duyurmak, başka bir mecbur kalma fırsatı. Sigarayı bıraktığını kimseye söylemezsen bir küçük kaçamak yapma şansın çok artar. Rejime başladığını söylemezsen arkadaşlarla buluştuğunda “birazcık patatesten zarar gelmez” demek kolaylaşır. Ama arkadaşlarına duyurursan kaçamak yapma ihtimalin azalır. Başkalarının bizim için “iradesiz” demesini istemeyiz. Bu noktada dozunda bir sosyal baskı hissederiz. Bu da bizi yapmaya biraz daha mecbur hissettirir. Bizi zorlar. Dozunda olduğunda kıymetli ama fazlası sinir stres sebebi. O duruma gelmemek lazım.
Ve elbette “İkarus’un uçuşunu” unutma. Kimin ne dediği o kadar da önemli değil. Yola çıkmaktan alıkoymasın yapacağını duyurma işi. Sosyal baskıyı bir araç gibi kullan.
Anlat, dinle; paylaş, mecbur kal.
10. Merak etmeye devam et- Kedi ol
Bu bir türlü içinden çıkamadığım bir madde. Asla doymayan bir merakım var. Sıklıkla “maymun iştahlı” etiketini yememe sebep olan bir merak. “Ne, neden, nasıl oluyor?” soruları sürekli peşimde. Anlamaya çalışmakla geçti önlüm. Ne kadar başarabildim bilmiyorum. Bu maddeye kadar okuyan herkesin az da olsa meraklı olduğunu varsayıyorum. “Merak nasıl öğrenilir?” hiçbir fikrim yok. Nasıl doyurulur kısmında tecrübeliyim. Bu yazı bir merak doyurma yazısı. Merak bir davranış, bir güdü gibi değil de daha çok bir tavır gibi. Bende hep vardı. Zamanla artarak devam etti. Ama hala nasılını bilmiyorum. “Nasıl bir çocuğu daha meraklı birisi olarak yetiştiririm?” bilmiyorum. Şöyle yapın diyememem de bu yüzden. Bilen varsa yazsın, hepimizin merakını dindirsin. :)
Kedi gibi olun özetle. Meraklı ve rahatsız.
Nasılını bilmiyorum ama faydasını biliyorum. Öğrenmenin, ilerlemenin, üretmenin, başarmanın ve yapmanın yolu meraktan, kurcalamaktan, rahatsızlıktan geçiyor. Son tavsiyem (nasıl olduğunu bilmesem de) merakınızı bilemeniz. Tutku derecesinde bir şeyleri merak etmeniz kritik. Yola ancak böyle bir keşif merakı ile çıkılıyor. İnsan ancak böyle önce kendini, sonra başkalarını anlıyor.
Yapmak 1.0 bu madde ile son buluyor. Bakalım yıllar bize başka neler öğretecek.
Umarım yazı hem size hem de paylaştığınız arkadaşlarınıza faydalı olur ve sizin keşif yolculuğunuzu birazcık kolaylaştırır. :)
Yolda karşılaşmak ümidiyle!
Böyle bir tanımlama ve planlamaya en çok ihtiyacım olduğum dönemde ne iyi geldi okumak! İkarus, Teoman, Acar Baltaş, Zenon ve Lucy'nin bir arada olabileceği tek yazı, hepsi birbirinden ne kadar farklı hikayelerken bir araya getirilen dersler ile adım adım harika bir anlatım. Aklınıza sağlık!
teşekkür ederim.