Patronunuz (ya da siz) kurucu hastalığına yakalanmış olabilirsiniz
Paul Graham, sana laflar hazırladım. 🙂 Ben “Founder mode” ile on sene önce tanıştım gelin anlatayım.
“Burak Bey, biz zaten bunları biliyoruz. Bunlar bilmediğimiz şeyler değil.” dediğinde anlamalıydım. Tecrübesizlik. Yaklaşık 10 yıl sonra, şimdi anlıyorum bu cümlenin aslında ne anlama geldiğini.
Son yıllarda işler iyi gitmiyordu şirkette. Geçen 15 yılda elleri ile büyüttüğü şirket, pazarın büyümesine rağmen rekabet karşısında son 3 yıldır her şeyi denemesine rağmen küçülüyordu. İşler büyürken birlikte olduğu ekip aynen duruyordu. Portföyleri çok değişmemişti. Müşteri memnuniyet anketleri hala oldukça iyiydi. Yurt dışı ofislerin başında eskiden de birlikte çalıştığı güvendiği insanlar vardı. Ama yine de rakipler her geçen gün cirodan pay almaya devam ediyordu.
Her gün kendine “Ben yapılması gereken her şeyi yapıyorum. Ama neden şimdi işe yaramıyor?” sorusunu soruyor, her gün farklı farklı cevaplıyordu:
“Tüketiciler artık değişti, gençler böyle böyle”
“Bizim ürün ekibinde iş yok. Ürün daha iyi olmasa satar.”
“Ahmet beyin kafası ile bu iş olmaz. Olmuyor. Değiştirmek lazım.”
“Daha fazla ülkeye girmeli, daha fazla potansiyel müşteriye ulaşmalıyız.”
“Şuraya bak, koca bir tembeller ordusu. Ben başlarında durmasam hiç bir şey yapamazlar.”
Eskiden ayda bir yapılan yönetim toplantıları artık her cumartesi gününe sabitlenmişti. Yönetim toplantısı dediğime bakmayın, patronun idari işleri de yanına alıp aklına gelen bir müdürü yanına alıp hesap sorma toplantısı. Arada da farklı departman yöneticilerini bir odaya toplayıp birbirine kırdırmaya çalıştığı bir müdürler arenası.
“Ahmet bey, ben size bunlar yapılacak demedim mi? Şimdi gelmişsiniz bir hafta sonra aslında şöyle yapsak daha iyi olur diyorsunuz. Ben bu şirketi yoktan var ettim. Siz mi biliyorsunuz ben mi?”
“Hasan, bak kardeşim. Biz 10 yıldır burada birlikte çalışmadık mı? Ben sana güvendim, inandım, seni ürünün başına geçirmedim mi? Bu fiyatlamalar ne allah aşkına. Rakipten daha ucuzuz ama müşteri gidip yine de rakipten alıyor. Neden? (sessizlik) Bir şeyi de siz bilin yahu. Her şeyi ben mi düşüneceğim?”
“Hoş geldin Melis hanım. Gökhan bey biliyorsun bizim İrlanda ülke müdürümüz. Sizin reklamlarınızı müşteriler anlamıyor diyor? Biz size güvendik koyduk işin başına. Ne oldu şimdi? Ben mi söyleyeyim nasıl reklamlar yapacağınızı?”
Dinlemediği ama dinler gibi göründüğü bu toplantılarda başkaları tarafından ortaya atılan önerilerin neden yanlış olduğunu ve neden işe yaramayacağını anlatmayı ayrı bir seviyordu.
“Burak bey, biz zaten bunları biliyoruz. Bunlar bilmediğimiz şeyler değil.” cümlelerini de benzer bir toplantıda şahsen ağzından duyma şansına nail oldum.
2 ay tüm yönetim ekibi ve ülke müdürleri ile görüşmüş şirketin sorunlarını analiz etmiş, bahsi geçen toplantıya çözüm konusunda birisi yönetimsel ikisi ise pazarlama odaklı üç öneri ile gelmiştim.
Yönetim şeklinde, karar süreçlerinde köklü değişim. Sorumluluk ile birlikte yöneticilere yetki verilmesi ve şirket kültürünün onarılması.
Artan rekabette üründe farklılaşma ya da derinleşme imkanı olmadığı için markalaşma
Rakipten algıda ayrışacak net bir pazarlama iletişimi ve buna bağlı markayı yeniden çerçevelemek.
Burada kısaca belirttiğim önerileri detaylıca ve sebepleri ile birlikte kendisine aktardığımdan hiç şüpheniz olmasın. “Bunlar bildiğimiz şeyler” derken aslında statükoyu koruduğunu, yeni fikirleri öldürerek değişime direndiğini, kendinden başka birisinin bu problemleri çözme ihtimalini bile sabote etmeye hazır olduğunu o zaman fark edemedim. Tecrübesizlik.
İyi sonuçları kendine yazan, kötü sonuçlardan ekibi ya da başkalarını sorumlu tutan özgüveni yüksek (ya da aslında tam tersi) kurucuların, haklı çıkmak adına şirketlerinin başarısızlığını göze alabileceğini düşünememiştim.
Tüm iyi niyetimle “Bilmeniz yetmez, uygulamanız lazım. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar almayı bekleyemezsiniz.” diye cevapladım. Küçük gerginliğimizi uzatmadı, sunum için teşekkür etti. “Bir değerlendirelim arkadaşlarla” diye toplantıyı nazikçe sonlandırdı.
Bir hafta sonra, çalışmaya devam etmeyecekleri bilgisini aldım birlikte çalıştığımız pazarlama yöneticisinden. Hayırlısı olsun dedik, sonlandırdık.
İki hafta sonra da pazarlama yöneticisini yeni bir danışmana bağlayarak ödüllendirdi. (!)
Kulaktan kulağa anlatılır ki birkaç ay sonra, yine bir cumartesi günü, yöneticiler toplantısında kurucu, “Arkadaşlar, aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar bekleyemeyiz!” demiştir. Toplantıya katılanların bu laf karşısında bir kaç saniye bile olsa huzurla gülümsedikleri rivayet edilir.
Bu yazı Twitter’da girişimciler tarafından bolca övülen Paul Graham’ın “Founder Mode” yazısı üzerine kenara not edildi ve demlenmeye bırakıldı. Bugün bir hikayeye döndü. Bilmeyenler için ilgili yazı Airbnb’den Brian Chesky’nin konuşmasını refere ediyor. Brian, “işini iyi yapan insanları işe al ve onlara işini yapacakları bir alan yarat” tavsiyesini dinleyen Airbnb’nin felaket sonuçlar aldığından bahsediyor. Kendi şirketindeki çözümü de Steve Jobs’ın Apple’ı nasıl yönettiğine bakarak bulduğunu söylüyor.
İronik olan en azından Steve Jobs’ın bu konuya çok da farklı bakmaması:
“Eğer harika insanları işe almak ve sizinle çalışmaya devam etmelerini istiyorsanız, birçok kararı onların vermesine izin vermelisiniz, hiyerarşi ile değil fikirlerle yönetilmelisiniz. En iyi fikirler kazanmalıdır, aksi takdirde iyi insanlar burada kalmaz.”
Beni okuyamayacak Brian’a seslenmek isterim. Eğer “işini iyi yapan insanları işe al ve onlara işini yapacakları bir alan yarat” tavsiyesi işe yaramamışsa belki de tavsiyeyi doğru uygulamamışsındır. 🙂
Bugün Airbnb’de tüm kararları sen veriyor olamazsın. Tüm işleri sen yapıyor olamazsın. Şans eseri bir başarı yoksa ortada, bu başarı, hatalarından ders çıkartarak, doğru ekip kurarak, onlara micro-management yapmadan ilerleyecek alanlar açarak, liderlik ederek gerçekleştirdiğin bir başarıdır. Ben aksinin olacağına inanmıyorum.
Paul Graham yazısı, üzgünüm ki “beni dedem 70 yaşına kadar günde iki paket sigara içti. 90’a kadar yaşadı. Sigara hani kanser ediyordu?” diyen kişisel deneyimlere dayalı çıkarımlara benziyor. Bu yazıda. 🙂
Bu konuda yazılmış kitaplar yok diyor Paul Graham. Bence yanılıyor. “Founder mode” ile ilgili yazılmış bolca biyografi var. Sıklıkla bu toksik bakış açısını öven, insanları zorbalayan profillerin hikayeleri başarı olarak anlatılmakta. Veriye dayanmadığı için sadece ikonik kahramanlık hikayeleri var. “Kurucu Sendromu” (founderitis) maddesine bir göz gezdirmekte fayda var.
Zorbalık yapan yöneticilerin olmadığı, harika bir hafta sonu diliyorum!
Ben pek sevmesem de Brian seviyormuş. :)
Bonus Steve Jobs konuşması:
3 ayrı aile şirketinde çalıştım, çok farklı seviyelerde olmak üzere "kurucu sendromu"nu deneyimledim. Ne yapacağını bilmeyenler, bilip de uygulamayanlar, uygularken herkesin fikrini alıp kurumsal/demokratik bir ortam yaratsa da son sözü yine kendi söyleyenler :) Hepsi tecrübe oldu tabi, ama içindeyken gerçekten insanı çok zorluyor. Danışman olarak bu direnci görüp söyledikten sonra iyi ki o toplantı sonrası yollarınız ayrılmış ve daha fazla yıpranmamışsınız diye düşündüm.
Harika eleştiri! Ancak, bu eleştiriye cevabım burada :) 👇
https://www.linkedin.com/pulse/kurucunun-savunmas%25C4%25B1-hayrettin-t%25C3%25BCzel-qxyjf/