Uzanıp Kanlıca'nın orta yerinde bi' seçim standına...
Bugün seçim günü. Ülkenin demokratikmiş gibi yaptığı günlerden birisi daha. Ama ben size bugünü değil dünü anlatmak istiyorum. Plansız bir Kanlıca ziyareti ve düşündürdükleri...
Kanlıca vapur iskelesinden inince hemen sağda, orta büyüklükte, kafeyi de andıran bir çay bahçesindeyim. Size bu satırları, mekânın içinde bir köşede, kalabalıktan biraz uzakta, meşhur Kanlıca yoğurdumu beklerken yazıyorum.
2 saat kadar önce evden, “değişiklik olsun” mottosu ile, plan yapmadan Çengelköy’e doğru çıktık. Çengelköy’e varınca, arabamızı otoparka emanet edip biraz yürüdük. Ara sokaklardan boğazı gören tahta bir iskeleye geldik. Bir süre boğaz ve köprü manzarasını seyrettik. Tekrar dar sokaklarda dolaştık. Küçük bir meydana çıktık. Meydanda ve meydana çıkan sokaklarda aylak aylak dolanırken kendimizi Çengelköy vapur iskelesinde bulduk. “Oturalım bir yerlerde bir kahve içelim” derken iskele içindeki led yazıdaki güzergâh gözüme takıldı. “Çengelköy, Arnavutköy, Bebek, Kandilli, Anadolu Hisarı, Kanlıca, Emirgan” rotası aklımızı çeldi ve plansız olmanın özgürlüğü ile Boğaz’da vapur keyfine “evet” dedik.
Kahvelerimizi aldık, turnikelerden geçtik ve az sonra gelen vapurun açık oturma bölümüne yerleştik. Aramızda geçen “Nerede inelim?” tartışmasının kazananı, hiç gitmediğimiz Kanlıca ve doğal olarak Kanlıca İskelesi oldu. Güneş tepemizde parlıyor. Yazdan bir gün yaşıyoruz. Boğaz biraz puslu ama kesinlikle daha büyüleyici. “Montu elde taşıma ayları” geldi diyoruz, birkaç anı fotoğrafı çekiliyoruz, sıra ile her bir iskeleye, inene binene bakıyoruz. Ve işte bizim ineceğimiz iskele.
Kanlıca İskelesinde inince, küçük bir meydanla karşılaşıyorsunuz. Meydanın sağında bu yazıyı yazdığım çay bahçesi, solda bir balık restoranı, tam karşıda, meydanın üst kenarını çerçeveleyen bir hayrat var.
Bir yere oturmadan önce biraz yürümeye karar verip meydandan caddeye çıkmaya çalışırken, bir siyasi parti bayraklarla süslü standından bangır bangır müzik çalarak selamlıyor bizi. Krem rengi çatısı, parti flamaları ile dört beş metre karelik bir tente var caddeye çıkan yolu ve yoldan geçenlerin önünü kesmiş vaziyette. Altı boş. Ne bir aday broşürü ya da afişi, ne de konuşacak bir partili var tentenin altında. Parti standının beş altı metre ilerisinde, caddenin kenarındaki kaldırımda, partili teyzeler yoldan geçenlere müzikle senkronize şekilde bayrak sallıyorlar. Yoldan geçen araçlar, kaldırımdaki yayalar, karşıdan karşıya geçerken yaya geçidini kullanan köpek, sipariş yetiştiren kurye, herkes ama herkes teyzeleri ve yüksek sesli şamatayı görmezden geliyor, yoluna devam ediyor.
“İşte beklediğim huzurlu Kanlıca deneyimi” diye geçiriyorum içimden. Caddeye ve siyasi parti yaygarasına yaklaştıkça ses artıyor. Standı oluşturan, flamalarla süslü tente, gözüme bir boyut kapısı gibi gözükmeye başlıyor. Sanki altından geçsek, bayrak sallayan teyzelerle muasır bir medeniyette buluşacakmışız gibi bir his kaplıyor içimi. Bunları düşünürken şarkı değişiyor, kemençeler ve Karadeniz melodileri ile süslenmiş bir lider methiyesi başlıyor. Bir anda hayal dünyasından gerçek dünyaya geri dönüyorum. Bayraklı teyzelerin enerjisi ve heyecanı artıyor. Müziğin bas gitar adımlarıyla uyumlu şekilde ama bu defa daha tempolu bayrak sallamaya devam ediyorlar.
Gerçek dünyaya dönünce, kafamda iki tane soru buluyorum. İlki “Kanlıca yoğurdunun normal yoğurttan farkı”, ikincisi ise “seçim arabasından, standına, bayrağından, afişine neden bu seçim eziyetini yaşadığımız?”.
Partinin Kanlıca için özel hazırladığı boyutlar arası portaldan geçiyoruz. Hiçbir şey olmuyor. Hala aynı Türkiye’deyiz. O zaman bu tantana ne? Tüm caddelerde, elektrik direklerinde, binaların üzerinde afişler, bayraklar, flamalar… Bu temaşa neden?
Sizin de bu konuda benimle benzer düşündüğünüze eminim. Kimse oyunu bu saçmalıklardan dolayı değiştirmeyecek. Kimse bir partinin şarkısını beğendiği için ya da daha fazla parti bayrağı asılı diye oy atmayacak. Neden yahu neden bunca emek, bunca efor?
Garson uzaktan yazının başında verdiğim, sade yoğurt siparişimi getiriyor. Meşhur Kanlıca yoğurdum geldi. Kısa bir ara. Deneyip konuya geri döneceğim. İlk kaşığı atıyorum ağzıma. “Hmmm. Daha yağlı beklemiştim.” diye geçiriyorum içimden. İkinci kaşık sonrası “Bu bildiğin standart mandıra yoğurdu gibi” diye devam ediyorum kendimle konuşmaya. Birkaç kaşık daha alıp “Daha kıvamlı mı olsaydı acaba? Lezzet de sıradan.” fikri beynimde olgunlaşma başladığı anda taze bir fikir doğuyor zihnimde: “Belli ki bu Kanlıca esnafının ziyaretçileri vergilendirme şekli.* Bu vasat ürün için kim bilir ne kadar ödeyeceğiz.”
Merak etmeyin, ilk soruda hayal kırıklığı yaşamış olmam yazma heyecanımı baltalamadı. Kanlıca vergimi ödemiş olmanın gururu ile yazmaya devam ediyorum. Şimdi sıra ikinci soruda. Karşıt seçmeni ikna edemeyeceğini bile bile neden partiler bayrak, flama, afiş ve seçim araçlarından yayınlanan gürültülü müzikler ile sahadalar?
İlk akla gelen ve kısmen doğru olan cevap, başkan adaylarını, vaatlerini vatandaşa göstermek ve anlatmak. İşe yarıyor mu tartışılır. Oy vermeyi düşündüğünüz 3 tane aday sayabilir misiniz ilçenizden? Belediye meclisi üyesi adaylarından 2 saysanız yeter. **
Fotoğraflı, boy boy afişler bu amaca hizmet ediyor diyelim. Bu gürültülü araçlar nasıl olacak? Caddeleri kaplayan parti flamaları? Adayların adı bile yok bunlarda. Belediye meclisi hepten yok hatta. Aşağıda örnek bir pusula paylaşıyorum. Parti logosu ve ismi mührün üstünde. Adaylar ise altta ufacık yazıyor. Vatandaşın ilk göreceği şey parti. Bu durumda da başladığımız yere dönüyoruz. Otobüste çalan şarkılar, bize seçimi kazandırmayacak. Afişlerdeki aday ismi, icraatlar, vaatler pek de ikna edici olmayacak seçmeni. AKP’nin afişlerinde bu sene stratejik olarak logo kullanmamasını da ekleyelim. Bence bu hali ile eksik bir yanıt veriyoruz. Gelin eksikleri tamamlayalım.
Ben tüm bu tantananın, başka bir sebebi daha olduğuna inanıyorum. Hatta bu sebebin partileri, yukarıdaki sebepten daha çok motive ettiğini düşünüyorum. Bence, tüm bu eforun, mücadelenin, şamatanın sebebi, partilerin seçmenler üzerinde “partimiz çalışıyor” algısı yaratma çabası. Bayraklar, flamalar, stantlar, afişler, bas bas bağıran seçim araçları gibi onlarca şey, kendi seçmenine “bakın biz elimizden geleni yaptık” demenin fiziksel kanıtı.
Partiler, seçim dönemlerinde bir sürü saha aktivitesi yapıyor. Ev, iş yeri ziyaretleri ilk aklıma gelen ve bence bir kitleye erişmek için en etkili yöntemler. Adayın vatandaşa direk temas ettiği, en çok etki yaratacağı deneyim anları. Bu deneyimin problemi, ziyaret edilen kişi sadece kendi deneyimini biliyor. Sadece kendi kapısına geleni görüyor. Adayın başka kaç kapı gezdiğinden habersiz.
Diğer bir aktif temas noktası meydanlardaki stantlar. Aynı problem burada da geçerli. Deneyimleyen ile sınırlı. Ama elektrik direklerini süsleyen bayraklar, bina üstlerindeki dev afişler, seçim arabalarında çalan şarkılar öyle değil. Şehrin ana caddeleri bu çöplerle dolmalı ki biz seçmenler, partimizin çalışkanlığına ikna olalım.
Partilerin bu her yere sıçrayan ve her şeyi pisleten, hazine destekli sidik yarışından bizim anlamımızı bekledikleri tek bir şey var: “çok çalıştılar.”
Hesabı ödedim. Kalktık. Kanlıca yoğurdu hayal kırıklığı oldu. Özellikle de hesabı öderken. Çay bahçesinin kapalı alanından, meydana çıktık. Dışarıda hiç teyze kalmamış. Bas bas bağıran müzik ve boyut kapısı gibi tente yerinde duruyor. Bir seçmen olarak “Çok çalıştılar” demeye hazır mıyım bilmiyorum.
Şu lanet müzik bir sussa, karar verebileceğim sanırım…
Meydanda bankta biraz daha güneşleniyoruz. 17:55’te gelecek vapur. Boğazdan geçen gemileri, tekneleri izliyoruz biraz daha. Dönüş vapuru Emirgan İskelesinden kalktı, bize doğru yaklaşıyor. Artık bizim için Kanlıca’ya ve seçim tantanasına veda zamanı…
Güle güle Kanlıca, güle güle yerel seçim…
5 sene sonra tekrar görüşmek üzere…
* Bu vergi göndermesi Emrah Safa Gürkan’ın pişmaniye yorumuna yapılmıştır.
Bayrak, flama ve ses kirliliği konusunda aşırıya kaçıldığı eleştiriniz son derece haklı yalnız Orhan Şener Deliormanlı hocanın (https://twitter.com/orhan_sener_/status/1773707105507164333) bunların gerekliği olduğu yönündeki tweetinde (veya yeni adıyla x'inde) de haklılık payı var gibi:
"Gene de miting ve bayrak/poster lazım bence (partiler açısından):
- İnternete uzak kitleye erişim
- Güç gösterisi
- Örgüte deneyim, enerji; tabana mobilizasyon idmanı (mitingi organize edemeyen parti, seçim güvenliğinde patlar, ülkeyi zaten yönetemez)
- Parti kadrolarında dayanışma, ahenk, verimli rekabet, ve kendini gösterme imkanı yaratır..."
Twitterda gördüm, adam haklı. Bakın oruç tutmuyorum diye kendinizi parçalıyorsunuz bütün ramazan. Tamam kardeşim tutmuyorsunuz anladık. Bütün Twitter “ben oruç tutmuyorum ha haberiniz olsun” fotoğraflarıyla dolu. Bunu da paylaş hadi.