Yapay zihin pırıltısı ile barışmak
Zaman korkma zamanı değil, kucaklaşma zamanı. Gelin yapay zihin pırıltısı ile barışalım. Edebiyatın geleceği bu barış anlaşmasına bağlı. :)
Bu yazı ilk kez Lacivert Dergisi ‘nin 119. sayısında yayınlanmıştır.
Ne zaman bir sohbette konu yapay zekâ ve gelecek öngörülerine gelse aklıma Orwell’in 1984 adlı romanı geliyor. Aklıma gelme sebebi her şeyi izleyen tekil bir yapay zekâ ve onun yönettiği makinelerin dünyayı ele geçireceği distopik bir gelecek hikayesi değil. Yapay zekâ ile 1984’ün zihnimde birbirine kolayca bağlanma sebebi kitapta bahsi geçen: “Barış Bakanlığı.”
Nasıl 1984’te geçen Barış Bakanlığı’nın barışla işi yoksa, yapay zekânın da zekâ ile işi yok. İsminde adalet geçen partinin adaletle, halk geçen partinin halkla ilgisi olmaması gibi. Ahlaksızların ağzından ahlakın, namussuzların ağzından namusun hiç düşmemesi gibi.
Yapay zekâda da durum farklı değil. Herkesin ağzında biz yapay zekâ lafı var ama ortada bizim anladığımız zekâdan eser yok. Yapayını gelin bir kenara bırakalım. Henüz ortak bir zekâ tanımında bile uzlaşabilmiş değiliz. Zekanın genel tanımı, zihnin öğrenme, öğrenilenden yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneği.
Arapçadan geçen kelimenin özü zihin pırıltısı anlamını taşıyor. Bu tanıma bayıldım. Öz Türkçesi bizim yazımız açısından kritik öneme sahip: “Anlak.” Anlak, anlamak (anla-) eylem kökünden türemiş ve basit anlamıyla, anlama, algılama yeteneği demek. 1984’e benzettiğim kısım tam olarak bu anlamda gizli. Yapay zekâ dediğimiz teknolojinin anlamak ile bir alakası yok. Yapay zekâ bizi anlamıyor. Ne yazdığı ya da ürettiği ile ilgili de bir bilince sahip değil. Zekâ olmadığı gibi anlam, anlayış ve anlatı da aslında yok.
Son yıllarda popülerlik kazanan ve her geçen gün daha fazla kullanılan dil modelleri (ChatGPT, Claude, Llama vb.) birer matematiksel formülden ibaret. Bir sohbet botuna soru sorduğunuzda sizin ne sorduğunuzu anlamıyor. Daha da kötüsü verdiği cevabı da anlamıyor. Konuyu çok teknik bir alana hapsetmek istemem.
Makine öğrenmesi, yapay öğrenme, yapay zekâ gibi teknolojiler bir dili, okullarda öğretildiği gibi öğrenmiyorlar. Onlar için özne, yüklem, bağlaç yok. Kelimelerin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Tanımlar, kavramlar, eş anlam ya da karşıt anlam yok. Eklerin ne işe yaradığını bilmiyorlar. Hatta ne ek ne değil onu da bilmiyorlar. Gramer, dil bilgisi, imla hiçbiri yok.
Bu teknolojilerin öğrenme şekli sıklıkla bizim doğal dil öğrenmemize benziyor. Bol tekrar, bol bağlantı ve bol deneme-yanılma. Birisi gelip size “su: iki hidrojenle bir oksijen atomundan oluşan, doğal sıcaklıkta sıvı durumunda bulunan, renksiz, kokusuz, tatsız madde.” demedi. Anneniz, babanız size her su verdiğinde “su” siye tekrarladı. Binlerce, hatta on binlerce kez. Siz önce elinizle gösterip “ma” ya da “ba” gibi sesler çıkardınız. Anneniz ve babanız “Hayır, su” dedi binlerce kez. Hayır’ı bilmediğiniz için “ma” dediniz ve su içemediniz ta ki “su” demeyi öğrenene kadar. Sonra vişne suyu verdi anneniz. Acı su demeyi öğrendiniz ekşi kavramını bilmediğiniz için. Kendiniz bardak tutacak kadar büyüdüğünüzde “bardağı böyle tut” tekrarını duymaya başladınız. Defalarca. Bardağı öğrendiniz. Bir gün “bir bardak su” istediniz. Bir süre sonra “bir bardak acı su.” Zamanla “içmek” eklendi ve bir cümle kurar hale geldiniz. Farkında olmadan vişne, bardak, su, içmek kelimeleri arasında bir ilişki oluştu zihninizde. Kelimeler, cümleler böyle birbiri ardına gelmeye başladı. Konuşmaya, anlatmaya, düşünmeye, keşfetmeye böyle başladınız. Makinelerde de durum pek farklı değil.
Makine öğrenmesinde de kelimeler ve kelimeler arası bağlar var. Küçük bir çocuğun zihninden farklı olarak yapay zekâ internetteki herkese açık yazılar, makaleler, kitaplar ile besleniyor. Kelimeleri ve birbirleri ile bağlantılarını bu veriyi işleyerek oluşturuyor. Atatürk kelimesi ile lider, Türkiye, havalimanı, asker kelimeleri arasında bağ kuruyor örneğin. Uçak kelimesi ile karşılaştığında Atatürk ve havalimanı kelimeleri arasında matematiksel bir bağ oluşturuyor. Atatürk’e daha zayıf ya da uzak, havalimanına daha kuvvetli ve yakın bir bağ kuruyor. Pilot kelimesi ile uçak, havalimanı, Atatürk, asker kelimeleri arasında bağ kuruyor. F-16 kelimesi ile karşılaşınca asker, pilot, havalimanı ve Atatürk arasında bir bağ kuruyor. Tıpkı bu yazıyı okuyan beyniniz gibi. “Sabiha Gökçen” dediğimde istemsizce tüm bu kelimeler ile bağ kurmuyor mu beyniniz? Atatürk, havalimanı, pilot, asker hepsi ateşlendi zihninizde. (Zekâya, Arapça parıltı denmesini bu yüzden çok sevdim.)
Yapay zekâlı dil modelleri bu bağların hesaplamalarını yapan matematiksel modellerin genelini temsil ediyor. Hangi kelime, hangi kelime ile daha çok bağlı, hangisi ile daha düşük seviyede bağlı bunun hesaplanması için yapılan işlemler. Dolayısıyla ortada bir anlam yok. Sadece ilişki var. Yapay zekâ kelimeler arasındaki ilişkinin nedenini, sonucunu, amacını, öncesini, etimolojisini bilmiyor. Bilmeyecek de. Hatta bilmesine gerek de yok. Bu yüzden de verdiği cevaplar, yazdığı hikayeler, ürettiği metinler bir anlam içermiyor. Sadece soğuk matematiksel bir yanıt.
Konuyu daha teknik hale getirmekten çekiniyorum ama derdimi daha iyi anlatmam için son bir yapay zekâ bilgisi paylaşmama izin verin. Yapay zekâ bu işi yaparken kelimeleri değil sayıları kullanıyor. Her kelimenin bir sayı karşılığı var. Bu sayı karşılığı çoklu sanal bir evrende sayıların farklı boyutlarda birbirlerinden uzaklıklarından elde ediliyor. İşlenen şey kelimeler bile değil. Sayılar. Sayıların birbiri ile bağı var, kelimelerin değil. Soğuk bir matematiksel yanıt demiştim az önce. Düzeltiyorum, buz gibi soğuk ve anlamsız. İyi bir istatistiksel hesaplamanın sonucu karşınızdaki metinler, yazılar, içerikler…
Soğuk bilgisayar işlemcileri tarafından yazılsalar da bu içeriklerin hiç mi anlamı yok? Anlatıcının yapay olması anlatıyı anlamsız kılar mı? Anlatan mıdır anlamlandıran, okuyan mıdır? Okuduğunuz bu yazıyı anlamlı kılan ben miyim siz misiniz?
Tartışmayı büyütelim isterim. Yapay zekâ ile yazılmış bir hikâye edebi bir eser midir? Matematiksel modellerle art arda dizilmiş kelimeler bir eser olabilir mi? Yapayı değil doğalı da tam olarak böyle değil mi peki? Orwell’in zihin parlamaları arka arkaya kelimeleri bir araya getirmiyorlar mı? Belki de beni en iyi anlayacak kişiler yazarlar. Yazmaya başladığınızda akışın içinde kelimeler art arda dökülmüyor mu kendiliğinden? Zihninizdeki nöral ağlar da yapay zekâ gibi değil mi? Sizin kelimeleriniz art arda geldiğinde eser olurken, yapay olanı neden olmasın? Bir metni eser yapan şey nedir ki? Orwell’in her yazdığı bir eser midir? Yazdığı her hikâye edebiyat mıdır?
Bu soruların elbette ki bir amacı var. Edebiyatın geleceği hakkında söyleyeceklerimi bu soruların cevapları üzerine inşa edeceğim. Merak etmeyin her şey kontrolümde. Yapay zekânın tehdit mi fırsat mı olduğunu da konuşup yazıyı bitireceğiz.
Baştan belirteyim, ben bu konuda tarafım. Yazmanın amacının kendini ifade etmek olduğunu düşünüyorum. Anlatacak bir şeyleri olanların, biriktirenlerin, rahatsız olanların ve rahatsız etmek isteyenlerin yazdığını düşünmeye meyilliyim. Bu sebeple yazıya her zaman bir anlam üretme aracı olarak bakıyorum. Bu bakış açısının karşılığında da anlamı yazarın kurduğuna inanıyorum. Mesajın şekli, üslubu, tarzı ve türü anlamın tüketimi açısından kıymetli olabilir. Anlamı üreterek inşa eden yaratıcı için tarzın, türün, şeklin ve medyanın bir araç olduğunu düşünüyorum bu sebeple.
Bu açıdan bakınca salt yapay zekâ üretimlerinin bir eser olmadığını, olamayacağını düşünüyorum. Temel gerekçem, üretici teknolojinin (yapay zekânın) anlamdan uzak, istatiksel hesaplama sonuçlarını bir metin olarak bize sunması. Yapay zekânın kendini ifade etmesi değil karşımızdaki. Bir çeşit “kitsch” ile karşı karşıyayız. Bunu eser kabul etmek bence mümkün değil.
Ama kitsch olması yapay zekânın yazarlar için harika bir araç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sizi anlamıyor olabilir, yazdıkları teknik olarak anlamsız bulabilirim ama sizin kontrolünüzde, sizin yönlendirmenizle kendinizi daha iyi ifade etmenizi sağlayacak harika bir araç.
1970’lerde geçen bir hikayeniz mi var? 70’lerin ruhunu anlamak için kimi okumanız gerektiğini sorun. Kimi dinlemelisin? Hangi albümler piyasada o dönemler? Hangi haberler gündemi sarsmış? Hikayenizi süsleyecek detayları yapay zekâ ile toplayın. Çerçeveyi çizerken onu kullanın.
Antakya’nın tarihini sorun ona. Mitolojideki yerini. Oradan aldığınız bir hikâyeyi kurgunuza yerleştirin bir gönderme gibi kullanın. Kendinizi ifade etmek, derdinizi anlatmak, eserinizi mükemmelleştirmek için elinizin altında soru sorup cevap alabileceğiniz harika bir yardımcı var. Yardım almaktan çekinmeyin.
İlk taslak bitti mi? ChatGPT’ye yazar koçu gibi davranmasını söyleyin ve yazınızı yükleyin, bırakın sizi eleştirsin. Nereleri gözden kaçırmışsınız? Okuyucu gözünden geri bildirim alın. Verdiği önerileri değerlendirin, hikayenizi güçlendirecekleri kullanın gerisini boş verin.
Yazınızın imla düzeltmelerini yaptırın. İspanyolca’ya çevirin ve yeni kitlelere ulaşmaya çalışın. Hepsi ve daha fazlası bugünkü teknoloji ile mümkün. Korkmaya gerek yok. Daha iyi olmanız için bir araç var elinizin altında. Kullanın.
İşin tehdit kısmına da değinmek lazım. Ticari metin ihtiyaçları için, sadece satış amacı ile üretilecek “meta” ürünler için yapay zekâ kullanılacak ve bir açıdan yazarlık yapacak. Bunu engellemek mümkün değil. Yazarlık yapacak olması yazar olacağı anlamına gelmiyor. Yazar her zaman siz olacaksınız. Sizin derdiniz var. Sizin rahatsızlıklarınız var. Sizin anlatacaklarınız var. Onun yok. Sizin amaçlarınız, hedefleriniz, yazarlık yolculuğunuz var, onun ise yok.
Zaman korkma zamanı değil, kucaklaşma zamanı. Gelin yapay zihin pırıltısı ile barışalım. Güvenin bana. Barışmak, yaratıcılığınızı iyileştirecek ve sizi daha iyi bir yazar yapacak. Yapay zekâ anlamsız ama iyi hesaplamalar yapan bir araç. Asıl anlam hep sizin kaleminizde olacak.